KAYNAK OLARAK MİMARLIK PROGRAMI
14.03.2002
Çevre, Toplum ve Mimarlık
“Doğal kaynaklar yanı sıra, giderek şehirleşen dünyamızda, mimarlık uygarlığın en değerli varlıklarından biridir. Yapılı çevremiz teknik, siyasi, iktisadi ve sosyal süreçlerin ürünü olabilir; onun fiziki nitelikleri yaşamımızın kaynağıdır. 21. Yüzyılda mimarlığın büyük görevi bu kaynakları korumak ve geliştirmektir.”
“Böylelikle, sürdürülebilir yapılaşma için stratejiler geliştirmek, kentlerin ve kırsal alanların mesken ve yaşama yerleri olarak tasarımı kadar önem taşıyacaktır. Mevcut yapıların korunması ve modernizasyonu bugünün ve yarının sorunları ile başa çıkabilecek yapı formlarının icat edilmesi ve sürekli geliştirilmesi ile birlikte yol alacaktır.”
Bu alıntılar 2002 UIA Kongresinin tartışma konusundan. Bu tema Türkiye’deki mimarlık pratiğinin yaşadığı bunalımın nasıl aşılabileceğinin ipuçlarını veriyor. Türkiye geçen yüzyılın ikinci yarısında yaşadığı hızlı şehirleşmede mimarlık kaynağından yararlanmayarak, bu süreci mimarlığı dışlayarak gerçekleştirerek, sorunlu şehirler, hasta yapılar, israflı yapılaşma ve mimarlıksız mimarlar yarattı.
Bu sürece direnen Mimarlar Odasının 1960-70 yıllarındaki Mimarlar Odası Toplum Hizmetinde programı da, 1980-90’larda benimsediği Sanat olarak Mimarlık yaklaşımı da, verimsiz kaldı. Bugünlerde Mimarlar Odası Kültürel Miras olarak Mimarlık sınırlarına geri çekilmiş bulunuyor. Mimarlığın bir kaynak olarak algılanması ve ülkenin kolektif serveti olarak, kolektif servet yaratma imkanı olarak kavranması bunalımı aşmak için bir program zemini oluşturabilir.
Hızlı Yapılaşmanın Kurgusu
Mimarlık pratiğimizin bunalımı her şeyden önce ülkemizde mimarlığın konusunda yaşanan başarısızlıkla ilgili. Şehirlerimiz, yapılarımız, inşaatlarımız başarısız. İlk yatırımları pahalı, işletmeleri israflı, doğal afetlere karşı tedbirsiz, kullanışsız ve dönüşümlere kapalı. Bu durumun temel nedeni ülkemizde yapılı çevre üretiminde belirleyici olan bir mantık. Kısaca İnşaat Mantığı diye adlandırabileceğimiz bu mantık, ülkenin konut ve işyeri açığını hızla karşılamak, ve şehirleşme rantını maksimize etmek gerekçeleri ile doğdu. Niceliği tek ölçüt kabul ederek, niteliği göz ardı ederek yapılaşmayı çarpıklaştırdı ve artık sürdürülemez hale getirdi.
Bu mantık önemli bir mimarlık geçmişi ve canlı bir modern mimarisi olan ülkemizde yirminci yüzyılın ikinci yarısı ile başlayan hızlı şehirleşme döneminde yerleşti. Yalnız barınak ve işyeri ihtiyacını kıt kaynakları ile elde etmek isteyen yeni şehirleşen kesimler değil, bu hızlı şehirleşmenin yarattığı kamu yapıları ihtiyacını karşılamak için uğraşan Bayındırlık Bakanlığı da nicelik ile sınırlı bu inşaat mantığının esiri oldu. Şehirleşmenin yarattığı kıtlık rantı inşa edilen yapıların ve çevrelerin niteliklerini önemsizleştirdi. Mimarlık yapılı çevre üretiminden dışlanırken mimarlar mimarlıksızlaştırılan bu sürece eklemlendiler. Çoğu yapılar için mimari projeler hazırlandı, bazıları için mimarlık yarışmaları bile düzenlendi. İçi boşaltılmış bir mimarlık pratiği yaratıldı.
Depreme Rağmen
17 Ağustos depremi sonrasında bu mantıkla yapılaşmanın sürdürülemeyeceği hatta o güne kadar elde edilen yapılı çevrenin (yapı stokunun) ülkenin geleceğini tehdit ettiği anlaşıldı. Fakat yeni arayışlar yine bu mantık çerçevesinde kaldığından çıkış yolu bulunamıyor. Daha güçlü betonarme taşıyıcı sistem veya alternatif taşıyıcı sistemler çözüm diye öne sürülüyor. Oysa yalnız yapılarımız değil, yapıların arasında kalanlar da, bu mantıkla üretilen bahçeler, kaldırımlar, sokaklar, caddeler de sorunlu.
Bu ortamda Mimarlar Odası da yanlış bir söylem içine girerek geleneksel yapıların depreme dayanıklılığını dillendirdi. Ne doğru, ne de yaratıcı olan bu önerinin kaynağı elbette Odanın Kültürel Miras olarak Mimarlık programı idi. Böylelikle 17 Ağustos şokuyla arayışa giren topluma mimarlık adına hiçbir şey sunamamış olduk. Oysa mimarlığı bir ulusal kaynak (varlık, umar, çare, zenginlik, beceri) olarak kavrayabilseydik, bu arayışı örgütleyebilirdik. Mesela Depreme Uyarlı Yerleşmeler Mimari Fikir Yarışması düzenleyebilirdik. Bu konuda mimarların suskun kalması inşaat mantığının bizim zihniyetimize de hakim olduğunu göstermekte. Depremde yok olan yerleşmelerin sorumluluğu elbette bize ait değildi; ama bu sorumsuzluk asli görevimizden dışlanmanın sonucuydu. Bu dışlanmayı kabul etmenin sorumluluğu ise bizim.
Mimarlık İhtiyacı
İkinci dünya savaşı ertesinde global ekonominin büyümesi benzer durumları başka yerlerde de yarattı. Özellikle sömürgeleşme sürecinde mimari kaynaklarını yitiren veya modern mimarlığın gelişmesinden uzak kalan ülkelerde. Savaş öncesinde gelişen modern mimarlığın inşaat süreçlerine getirdiği akılcı yaklaşımı mimari amacından ayırarak sürdüren bir “ticari modernizm” doğdu. Çok uluslu şirketlerin yayılması ile birlikte bu ticari modernizm bütün küreye yayıldı. Önce savaşın yıkıntısını yaşayan ülkelere daha sonra sömürgelikten çıkarılarak global ekonomiye eklemlenen ülkelere.
Türkiye bu ülkelerin yaşadığı tahribatı yaşamamasına rağmen aynı yörüngeye girdi. Savaş öncesinde kendi geliştirdiği modern mimarlığı (mesela Seyfi Arikan) savaş yıllarının ikinci milliciğinde boğan ülkemiz, modern mimari diye İstanbul Hilton oteli ile birlikte bu ticari modernizmin etki alanına girdi. Ticari modernizm yapılaşmaya kolaycılığı getirdi. Ayakta bir süre durabilen inşaat malzemeleri yığını yapı diye kabul gördü. Mimarların katkısı kalfalık düzeyine indi. Hatta sadece imar kanununun getirdiği bir formalite olarak görülmeye başladı. Ticarileştikçe değersizleşen bu mimari pratik toplum zihniyetinde bizzat mimarlığın değer kaybetmesine yol açtı. Mimarlık silikleşti, adeta geçmişte kaldı. Mimari eser tanımı tarihi yapı anlamına gelmeye başladı.
Hazır Mimarlık
Mimarlığın tahribatında yapı ticaretinde yer alanlar kadar Bayındırlık Bakanlığının da önemli bir rolü var. Mimarlık faaliyetinin başlıca ortamını oluşturan Bakanlık mimari araştırmaları ve katkıları kolaycılığın karşısında bir engel olarak gördü. Bakanlığın kontrol ve onay makamlarına olduğu kadar yarışma jürilerine de bu anlayış neredeyse hakim oldu. Okullarımız, hastanelerimiz tip projelerle mimarlık dışında inşa edildi. Hastane yarışmalarında bile elde edilen tasarımlar ya 1920'lerin hastane morfolojisinde kaldı yada daha sonra Bakanlık tarafından benzetildi.
Bu dönemin iddialı yapılarının bir çoğu da batılı örneklerden aktarıldı. Mimarlık kaynağımız tahrip edildikçe dışarıdan hazır mimarlık (hazır giyside olduğu gibi) aktarılmaya başlandı. Elbette bu dönemde değerli mimarlık çabaları oldu; fakat bu çabaların toplumsal etkisi sınırlı kaldı. Yine de bu çabaların sonucu mimarlık kaynağımız toplumsal olarak marjinalleşmesine rağmen mesleki olarak kurumadı.
Bu sürecin ortalarında, 1980'lerde, elde edilen çevrelerin niteliksizliği mimarların dışında da eleştirilmeğe başlandığında post-modern mimarlığın aktarılması başladı. Niteliksiz yapılaşmaya karşı kimlikli yapılar arayışı başladı. Ticari modernist arka planın önünde altın (veya çürük) diş gibi duran post-modern yapılar görülmeye başlandı. Turizm yatırımlarının hızlanması ile bu dekor mimarlığı kendine sınırlı olsa da bir hayat alanı buldu. Yeni üniversite yerleşkelerinde ise hem Bayındırlık tip projeleri hem de post modern aktarmalar birlikte yer buldu. Bayındırlık bakanlığı da ürettiği niteliksiz yapıların eksiğini (mimarlık eksiğini) pahalı malzeme ile örtmeğe çalıştı. Nitelik düzelmedi. Bu makyaj çabaları makyaj çabaları olarak kaldı. Hala şehirlerimiz, yapılarımız, inşaatlarımız başarısız. Hala lk yatırımları pahalı, işletmeleri israflı, doğal afetlere karşı tedbirsiz, kullanışsız ve dönüşümlere kapalı.
Program Unsurları
Bu sorunların çözümü için bir Kaynak olarak Mimarlık Programı oluşturmalıyız. Yapılı çevrenin inşaat mantığı veya ona eklemlenmiş malzeme makyajı mantığı yerine mimarlığı koymalıyız. Bu amaçla önce Mimarlar Odasından başlayarak yenilikler planlamalıyız.
Çevre, Toplum ve Mimarlık
“Doğal kaynaklar yanı sıra, giderek şehirleşen dünyamızda, mimarlık uygarlığın en değerli varlıklarından biridir. Yapılı çevremiz teknik, siyasi, iktisadi ve sosyal süreçlerin ürünü olabilir; onun fiziki nitelikleri yaşamımızın kaynağıdır. 21. Yüzyılda mimarlığın büyük görevi bu kaynakları korumak ve geliştirmektir.”
“Böylelikle, sürdürülebilir yapılaşma için stratejiler geliştirmek, kentlerin ve kırsal alanların mesken ve yaşama yerleri olarak tasarımı kadar önem taşıyacaktır. Mevcut yapıların korunması ve modernizasyonu bugünün ve yarının sorunları ile başa çıkabilecek yapı formlarının icat edilmesi ve sürekli geliştirilmesi ile birlikte yol alacaktır.”
Bu alıntılar 2002 UIA Kongresinin tartışma konusundan. Bu tema Türkiye’deki mimarlık pratiğinin yaşadığı bunalımın nasıl aşılabileceğinin ipuçlarını veriyor. Türkiye geçen yüzyılın ikinci yarısında yaşadığı hızlı şehirleşmede mimarlık kaynağından yararlanmayarak, bu süreci mimarlığı dışlayarak gerçekleştirerek, sorunlu şehirler, hasta yapılar, israflı yapılaşma ve mimarlıksız mimarlar yarattı.
Bu sürece direnen Mimarlar Odasının 1960-70 yıllarındaki Mimarlar Odası Toplum Hizmetinde programı da, 1980-90’larda benimsediği Sanat olarak Mimarlık yaklaşımı da, verimsiz kaldı. Bugünlerde Mimarlar Odası Kültürel Miras olarak Mimarlık sınırlarına geri çekilmiş bulunuyor. Mimarlığın bir kaynak olarak algılanması ve ülkenin kolektif serveti olarak, kolektif servet yaratma imkanı olarak kavranması bunalımı aşmak için bir program zemini oluşturabilir.
Hızlı Yapılaşmanın Kurgusu
Mimarlık pratiğimizin bunalımı her şeyden önce ülkemizde mimarlığın konusunda yaşanan başarısızlıkla ilgili. Şehirlerimiz, yapılarımız, inşaatlarımız başarısız. İlk yatırımları pahalı, işletmeleri israflı, doğal afetlere karşı tedbirsiz, kullanışsız ve dönüşümlere kapalı. Bu durumun temel nedeni ülkemizde yapılı çevre üretiminde belirleyici olan bir mantık. Kısaca İnşaat Mantığı diye adlandırabileceğimiz bu mantık, ülkenin konut ve işyeri açığını hızla karşılamak, ve şehirleşme rantını maksimize etmek gerekçeleri ile doğdu. Niceliği tek ölçüt kabul ederek, niteliği göz ardı ederek yapılaşmayı çarpıklaştırdı ve artık sürdürülemez hale getirdi.
Bu mantık önemli bir mimarlık geçmişi ve canlı bir modern mimarisi olan ülkemizde yirminci yüzyılın ikinci yarısı ile başlayan hızlı şehirleşme döneminde yerleşti. Yalnız barınak ve işyeri ihtiyacını kıt kaynakları ile elde etmek isteyen yeni şehirleşen kesimler değil, bu hızlı şehirleşmenin yarattığı kamu yapıları ihtiyacını karşılamak için uğraşan Bayındırlık Bakanlığı da nicelik ile sınırlı bu inşaat mantığının esiri oldu. Şehirleşmenin yarattığı kıtlık rantı inşa edilen yapıların ve çevrelerin niteliklerini önemsizleştirdi. Mimarlık yapılı çevre üretiminden dışlanırken mimarlar mimarlıksızlaştırılan bu sürece eklemlendiler. Çoğu yapılar için mimari projeler hazırlandı, bazıları için mimarlık yarışmaları bile düzenlendi. İçi boşaltılmış bir mimarlık pratiği yaratıldı.
Depreme Rağmen
17 Ağustos depremi sonrasında bu mantıkla yapılaşmanın sürdürülemeyeceği hatta o güne kadar elde edilen yapılı çevrenin (yapı stokunun) ülkenin geleceğini tehdit ettiği anlaşıldı. Fakat yeni arayışlar yine bu mantık çerçevesinde kaldığından çıkış yolu bulunamıyor. Daha güçlü betonarme taşıyıcı sistem veya alternatif taşıyıcı sistemler çözüm diye öne sürülüyor. Oysa yalnız yapılarımız değil, yapıların arasında kalanlar da, bu mantıkla üretilen bahçeler, kaldırımlar, sokaklar, caddeler de sorunlu.
Bu ortamda Mimarlar Odası da yanlış bir söylem içine girerek geleneksel yapıların depreme dayanıklılığını dillendirdi. Ne doğru, ne de yaratıcı olan bu önerinin kaynağı elbette Odanın Kültürel Miras olarak Mimarlık programı idi. Böylelikle 17 Ağustos şokuyla arayışa giren topluma mimarlık adına hiçbir şey sunamamış olduk. Oysa mimarlığı bir ulusal kaynak (varlık, umar, çare, zenginlik, beceri) olarak kavrayabilseydik, bu arayışı örgütleyebilirdik. Mesela Depreme Uyarlı Yerleşmeler Mimari Fikir Yarışması düzenleyebilirdik. Bu konuda mimarların suskun kalması inşaat mantığının bizim zihniyetimize de hakim olduğunu göstermekte. Depremde yok olan yerleşmelerin sorumluluğu elbette bize ait değildi; ama bu sorumsuzluk asli görevimizden dışlanmanın sonucuydu. Bu dışlanmayı kabul etmenin sorumluluğu ise bizim.
Mimarlık İhtiyacı
İkinci dünya savaşı ertesinde global ekonominin büyümesi benzer durumları başka yerlerde de yarattı. Özellikle sömürgeleşme sürecinde mimari kaynaklarını yitiren veya modern mimarlığın gelişmesinden uzak kalan ülkelerde. Savaş öncesinde gelişen modern mimarlığın inşaat süreçlerine getirdiği akılcı yaklaşımı mimari amacından ayırarak sürdüren bir “ticari modernizm” doğdu. Çok uluslu şirketlerin yayılması ile birlikte bu ticari modernizm bütün küreye yayıldı. Önce savaşın yıkıntısını yaşayan ülkelere daha sonra sömürgelikten çıkarılarak global ekonomiye eklemlenen ülkelere.
Türkiye bu ülkelerin yaşadığı tahribatı yaşamamasına rağmen aynı yörüngeye girdi. Savaş öncesinde kendi geliştirdiği modern mimarlığı (mesela Seyfi Arikan) savaş yıllarının ikinci milliciğinde boğan ülkemiz, modern mimari diye İstanbul Hilton oteli ile birlikte bu ticari modernizmin etki alanına girdi. Ticari modernizm yapılaşmaya kolaycılığı getirdi. Ayakta bir süre durabilen inşaat malzemeleri yığını yapı diye kabul gördü. Mimarların katkısı kalfalık düzeyine indi. Hatta sadece imar kanununun getirdiği bir formalite olarak görülmeye başladı. Ticarileştikçe değersizleşen bu mimari pratik toplum zihniyetinde bizzat mimarlığın değer kaybetmesine yol açtı. Mimarlık silikleşti, adeta geçmişte kaldı. Mimari eser tanımı tarihi yapı anlamına gelmeye başladı.
Hazır Mimarlık
Mimarlığın tahribatında yapı ticaretinde yer alanlar kadar Bayındırlık Bakanlığının da önemli bir rolü var. Mimarlık faaliyetinin başlıca ortamını oluşturan Bakanlık mimari araştırmaları ve katkıları kolaycılığın karşısında bir engel olarak gördü. Bakanlığın kontrol ve onay makamlarına olduğu kadar yarışma jürilerine de bu anlayış neredeyse hakim oldu. Okullarımız, hastanelerimiz tip projelerle mimarlık dışında inşa edildi. Hastane yarışmalarında bile elde edilen tasarımlar ya 1920'lerin hastane morfolojisinde kaldı yada daha sonra Bakanlık tarafından benzetildi.
Bu dönemin iddialı yapılarının bir çoğu da batılı örneklerden aktarıldı. Mimarlık kaynağımız tahrip edildikçe dışarıdan hazır mimarlık (hazır giyside olduğu gibi) aktarılmaya başlandı. Elbette bu dönemde değerli mimarlık çabaları oldu; fakat bu çabaların toplumsal etkisi sınırlı kaldı. Yine de bu çabaların sonucu mimarlık kaynağımız toplumsal olarak marjinalleşmesine rağmen mesleki olarak kurumadı.
Bu sürecin ortalarında, 1980'lerde, elde edilen çevrelerin niteliksizliği mimarların dışında da eleştirilmeğe başlandığında post-modern mimarlığın aktarılması başladı. Niteliksiz yapılaşmaya karşı kimlikli yapılar arayışı başladı. Ticari modernist arka planın önünde altın (veya çürük) diş gibi duran post-modern yapılar görülmeye başlandı. Turizm yatırımlarının hızlanması ile bu dekor mimarlığı kendine sınırlı olsa da bir hayat alanı buldu. Yeni üniversite yerleşkelerinde ise hem Bayındırlık tip projeleri hem de post modern aktarmalar birlikte yer buldu. Bayındırlık bakanlığı da ürettiği niteliksiz yapıların eksiğini (mimarlık eksiğini) pahalı malzeme ile örtmeğe çalıştı. Nitelik düzelmedi. Bu makyaj çabaları makyaj çabaları olarak kaldı. Hala şehirlerimiz, yapılarımız, inşaatlarımız başarısız. Hala lk yatırımları pahalı, işletmeleri israflı, doğal afetlere karşı tedbirsiz, kullanışsız ve dönüşümlere kapalı.
Program Unsurları
Bu sorunların çözümü için bir Kaynak olarak Mimarlık Programı oluşturmalıyız. Yapılı çevrenin inşaat mantığı veya ona eklemlenmiş malzeme makyajı mantığı yerine mimarlığı koymalıyız. Bu amaçla önce Mimarlar Odasından başlayarak yenilikler planlamalıyız.
- Mimarlar Odasının örgüt yapısı zenginleştirilmeli. Üyelerin çalışma şartlarına göre etkin olabileceği ara kademeler kurulmalı.
- Mimarlar Odasının damar sertliği emareleri gösteren kurumları (Yarışmalar Komitesi, Yayın Komitesi gibi) yenilenmeli. Proaktif çalışma tarzı benimsenmeli. Yarışmalar Komitesi UIA üyesi bir çok mimarlar örgütünün yaptığı gibi hayati konularda yarışmalar açmalı; Yayın Komitesi reklam marifetiyle üyelere dağıtılan bir dergiden başka yayınlar yapabilmeli. Bu kurullar bütçelendirilmeli.
- Mimarlar Odası yapıların sahiplerine ve kullanıcılarına da yönelmeli. mimarlık kaynağından yararlanan yapı sahipleri ödüllendirilmeli. Bu amaçla yapı üreticileri ile birlikte hareket edilmeli. Mimarlar Odası şubeleri kendi bölgelerindeki yapılaşmanın mimari niteliği konusunda etkin olmalı.
- Mimarlar Odası mesleği yeniden örgütlemeli. Büro tescili uygulaması yeniden kurgulanmalı. Büro tescilinde tescilli büroların söz sahibi olabileceği bir örgütsel kademe kurulmalı. Büro tescili için yetkinlik ve yeterlilik şartı konulmalı. Mesleki sorumluluk sigortası bu şartlarla bağlantılı olarak başlatılmalı.
- Kamuda kontrol ve onay sorumluluğu üstlenen üyelere büro tescilindeki yetkinlik şartlarına paralel şartlarla Mimar Mührü verilmeli. Kamu adına mimarlık görevi yapmanın prestiji ve sorumluluğu arttırılmalı. Bu faaliyet için Oda içinde kamuda çalışan mimarların söz sahibi olabileceği bir örgütlenme kurulmalı.
- Tescilli bürolarda ücretli çalışan mimarların çalışma koşulları Oda tarafından düzenlenmeli. Bu düzenlemede bu kesimde çalışan mimarların etkin olacağı bir örgüt kademesi yaratılmalı. Yeni mezun üyelerin tescilli bürolardaki çalışmaları eğitimin devamı olarak kavranmalı bu özelliğini geliştirecek düzenlemeler yapılmalı.
- İnşaat firmalarında ve inşaat malzemesi firmalarında çalışan üyelerimiz için yetki ve sorumluluklarını artıracak, çalışma koşullarını iyileştirecek tedbirler araştırılmalı.
- Mimarlar Odası mimarlık eğitimine müdahale etmeli. Büro tescili, mimarlık mührü gibi araçlar kullanılarak mimarlık eğitiminde gelişme sağlanmalı. Yaz stajlarının Oda gözetiminde yapılması sağlanmalı.
- Liselerde tarih, coğrafya gibi mimarlık öğretilmesi için girişimler yapılmalı. Mimarlar Odası tarafından lise öğrencileri için mimarlığa ilgi çekecek çalışmalar yapılmalı. Diğer UIA örgütlerinde yaygın bir uygulama lise öğrencilerine yaz aylarında mimari bürolarda çalışma imkanı vermek şeklinde. Meslek dışından kişilere mimarlığı erişebilir kılacak kurslar, geziler düzenlenmeli.
- TMMOB'nin örgüt yapısı geliştirilmeli. Mimarlar Odası, Şehir Plancıları Odası, Peyzaj Mimarları odası için TMMOB bünyesinde bir Mimarlar Birliği (Kurulu, Komisyonu, Çalışma Grubu gibi yasa neye elveriyorsa) kurmalı. Okulların mesleği kendi kendilerine bölmesinin zararları bir ölçüde giderilmeli. Mimarlık kaynağının harekete geçirilmesine Mimarlar Odası dışındaki bu diğer "mimar" odaları da katılmalı.
- TMMOB bünyesinde çok-disiplinli (mimarlık, inşaat, makine, elektrik gibi) büroların tescili için imkan yaratılmalı.
0 yorum:
Yorum Gönder
<< Home