Perşembe, Aralık 13, 2007

Mimarlık Pratiğinde Dönüşüm

20. YÜZYIL MİRASI

Mimarlık dediğimizde 20. yüzyılda tanımlanmış bir mimarlık pratiğinden söz ediyoruz. Mimarlık tartışmamız hala geçen yüzyılda gelişen mimarlığın kavramsal çerçevesi ile belirleniyor. Dünyada ve ülkemizde 20. yüzyıl her şeyden çok bir büyüme çağı. Bu yüzyıl tüm dünyada mimarlık pratiğini yeniden yarattı. Hızla artan, hareketlenen ve yoğunlaşan nüfusun hem çeşit hem de miktar olarak artan etkinliklerinin barındırılması yeni bir mimarlık pratiğinin ortamı oldu.

Artık bu büyüme dünyada fiziki sınırlara çarpmakta, ülkemizde de düğümlenen kentsel dokularda sıkışmakta. 20. Yüzyılda gerçekleşen büyüme nüfus rakamlarında kolayca izlenebiliyor; aynı kolaylıkla da göz ardı edilebiliyor. Her yerde her zaman karşılaşabileceğimiz fakat bu bağlamla ilişkisine dikkat etmeyebileceğimiz iki grafiğe tekrar bakmakta yarar var.

Dünya nüfusunda artış

Türkiye kent nüfusunda artış


Bu tabloların gösteremediği bir olgu artan nüfusun kişi başına tüketiminin de yüzyıl boyunca gösterdiği artış. Grafiklerin gösterdiğinden çok daha sert bir fiziki büyüme söz konusu.
Yüzyıl mimarisine damgasını vuran Modern Mimarlık hareketinin 1920’lerde ortaya çıktığını, o yıllarda ki büyümenin bugüne göre neredeyse yatay bir seyir gösterdiğini; büyümenin 1950’lerde hızlanması ile birlikte Modern Mimarlık hareketinin de “ana akıma” (mainstream’e) dönüştüğünü, “Uluslararası Tarz” (International Style) olarak hakimiyet kurduğunu bu grafiklerden de takip edebiliyoruz.

BÜYÜMENİN SINIRLARINDA

20. yüzyıl sona erdiğinde (1990’lar, 2000’ler) bu uluslararası tarzda kendini eskitmişti. CIAM’in şehircilik vizyonu büyümeye yenilmiş, yarım yüzyıl boyunca tekrarlana gelen cam ve çelik kutu şablonu çevreye özensizliğin sembolü olarak görülmeye başlamıştı. Esas olarak eskiyen plan/kesit kaynaklı “streamlined” tasarım. Konvansiyonelleşmiş modern tarz, yapı arzının büyük kısmını biçimlendirse de, artık tasarım sayılmıyor. Mimarlıktan inşaatçılığa itilmiş durumda. “Landmark” mimarlık için form ve cephe kaynaklı yaklaşımlar yarışıyor. Büyüme mimarisinden tükeniş mimarisine geçişi yaşıyoruz.


Ülkemizde mimarlığın asıl konusu kentleşme. Nüfus grafiği üç dönemi ayrıştırmamıza yardımcı oluyor: 1950 öncesi, 1950-1980 arası ve 1980 sonrası. Büyümenin sınırlı olduğu 1950 öncesi esas olarak bir hazırlık dönemi; bu dönemde ortaya çıkan en önemli mimarlık pratiklerimiz Seyfi Arıkan ve Bruno Taut yapıları 1950 sonrasında Uluslararası Tarz’a geçişi kolaylaştırıyor. 1950-1980 dönemi kentsel büyüme dönemi. Grafiğin gösteremediği bu büyümenin gecekondulaşma ile sağlandığı. Konut arzının büyük ölçüde gecekondulaşma ile sağlandığı bu dönemde mimarlık kamu yapılarına ve diğer kamusal kullanımlara sınırlı kalıyor. Uluslar arası tarz ile uyum içinde ürünler veriliyor. Mimarlığımızın kapsam olarak sınırlı, fakat uygulama imkanı bulduğu dar alanda mesleki olarak yeterli olduğu bir dönem bu. 1980 sonrasında gecekondu bölgelerinin imarlaştırılması dönemine mimarlığımız hem niceliksel hem de niteliksel olarak hazırlıksız giriyor. Bu dönemde mimarlığın kapsamındaki olağanüstü gelişme, mimarlık kaynağının kısıtlılığı ve örgütlenme zaafları (12 Eylül rejimi kısıtlamaları) nedeniyle mimarlık pratiğinin de sulandırılmasına (seyreltilmesine) neden oluyor. Gecekondu yerine mimar eliyle niteliksiz konutlar, niteliksiz konut bölgeleri üretilmesi bu hızlı büyümeye hazırlıksız pratiğimizin sorumluluğu. Bu dönem aslında 1999 depremleri ile sona erdi. Pratiği devam ediyor fakat meşruiyetini yitirdi. Bu anlamda Dünya’da nasıl 1992 yılı 20. yüzyılın sonu olarak görülebilirse, bizde de bu depremlerle sona erdi.

BAĞLAMSIZ MİMARLIK


Bu ortamda Türkiye’de mimarlık pratiğinin öne çıkan özelliği bağlamsızlığı. Yitirilmiş kentsel doku yeni mimarlık ürünlerine bir bağlam sağlamıyor. Elde edilmiş kentsel dokunun zafiyetleri “Kentsel dönüşüm” yağmacılarına ve “tarihi doku” havarilerine ortam sağlıyor. Kentlerin ulaşım ve donanım sorunları nedeniyle kentsel yaşam marjinalleşiyor. Bu sorunlar nedeniyle kentten ayrıştırılmış konut ve alışveriş bölgelerinin gecekondu hızıyla üretilmesi kentlerin çöküşünü durdurmak yerine hızlandırıyor. Mimarlık bu ayrıştırılmış alanlarda kendini yeniden üretmeye mahkum oluyor. Mikro bağlamlarda birbirinden kopuk mimarlık pratikleri mimarlık ithaline de meşru zemin hazırlıyor.


20. Yüzyılın mimarlık hareketinin ayırt edici vasıfları olan birbiriyle iç içe geçmiş sorumluluk duygusu ve vizyon yaratıcılığı bu bağlamsızlıkta artık kaybolmuş durumda. Mimarlık talebinde ve arzında çözümün yerini imajın alması mimarlık pratiğini içsel olarak da dönüştürüyor. İhtiyaç programı, mekan kurgusu, hareket araştırmaları vb. yerlerini “görsellere” terk ediyor; mimari kavram planla değil formla sunuluyor. İlk zayiatlardan biri yapının kullanım amacı oluyor; amaca uygunluk yerini heyecan arayışlarına terk ediyor. Mimarlık pratiği yapı sanatından show business’e dönüşüyor. Mimari tasarım reklamlarda boy gösterdikçe o ortamın gerekleriyle biçimlenmeye başlıyor. Kimlik, etik, meşruiyet kaygılarından kurtuluyor. Satışa katkısı, satışı hızlandırması ile değerlendiriliyor.
Tanık olduğumuz bu dönüşüm esasında gerek küresel ölçekte gerek ülke ölçeğinde mimarlık pratiğinin karşı karşıya kaldığı gerçek sınırlarla ve tıkanmalarla uğraşmak yerine mesleki sorumluluktan kaçmaktan ibaret. Bu kaçışta yükleri azaltmak için yalnız meslek etiği değil, mimarlık pratiğinin 20. yüzyıl boyunca geliştirdiği çözüm teknikleri ve kavramsallaştırma araçları da terk ediliyor. Elbette bu bir geçiş dönemi. Bu pratiklerin sürdürülemezliği ortada. Bu dönüşümün açmazı mimarlığın kozmetikleştirilmesinin mimarlığı vazgeçilebilir kılması.

MİMARLIĞIN VAZGEÇİLMEZLİĞİ

Yaşanılabilir bir kentsel dokunun elde edilmesi, kent etkinliklerinin sağlam, kullanışlı ve güzel yapılarda barındırılması mimarlıksız mümkün değil. Ama bu dönüşen, başkalaşan mimarlık pratiği ile de mümkün değil. Çıkış yolu mimarlığa talebin örgütlenmesi. Yatırımcıların, pazarlamacıların değil kullanıcıların etkin olacağı bir yapı üretiminin örgütlenmesi. Yeni yapılaşma için 80’li yıllarda çürütülen kooperatif fikrinin diriltilmesi. Kentsel sorunların çözümü için kent (semt) sakinlerinin girişim kanallarının açılması. Kentsel dönüşüm yağmacılarına fikri direnişin örgütlenmesi. Galataport ve İstanbul AKM mücadelelerinde filizlenen kitlesel mimari karşı koyuşun yaygınlaştırılması. Mimarlık yeniden sorumluluk duygusu ve vizyon yaratıcılığı ile teçhiz edilmedikçe ve yapı kullanıcıları ve kent sakinleri ile birliktelik kurmadıkça bu dönüşüm denilen krizi aşamaz.
Dönüşümün yerleşmesi – krizin aşılamaması durumunda mimari pratik mikro bağlamlara sıkışarak sönecek; mimarlık da geniş kitleler için yaşamsal anlamı olmayan ancak sergi konusu olabilen bir görsel sanata indirgenecek. Orta Çağ’a geri dönmemek için mimarlık vazgeçilmez. Vazgeçilmez bir mimari pratik için ise yeni bir dönüşüm gerekli.

Çarşamba, Aralık 12, 2007

Zaman, mekan, gerçeklik, rüya

Mimarlık zamanla mekanı eklemlemenin, gerçekliği biçimlendirmenin, rüyalar meydana getirmenin en basit aracıdır.

"Architecture is the simplest means of articulating time and space, of modulating reality, of engendering dreams"

Formulary for a New Urbanism (1953)
Situationist Manifesto
(Écrits retrouvés, Éditions Allia, 2006).
http://www.bopsecrets.org/SI/Chtcheglov.htm

Pazartesi, Aralık 18, 2006

Büyük Ankara Oteli ve Mimarlık

Büyük Ankara Otelini yokedecek "tadilat" projesi üzerine yazdığım mesajlar:

1

Kimden: "Sait KOZACIOGLU"
Kime: "TMMOB MİMARLAR ODASI ANKARA ŞUBESİ"
Bilgi:
Gönderme tarihi: 31 Ağustos 2006 Perşembe 20:55
Konu: Re: Büyük Ankara Oteli hk.


> Sayın Yeşim Uysal,
> Sekreter Üye,
> TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi
>
> Büyük Ankara Oteli tadilatı hakkındaki iletinizin akla getirdiği önemli
> sorular var. Kültür ve Tabiat Varlıklarına başvurmak iyi, güzel de, Oda
> (Şube) bu süreçte üzerine düşenleri ne kadar yaptı? Sıralarsak:
>
> 1. Bu konuda neden bu kadar geciktiniz? Bu konuyu bir ay önce öğrenmiş
> olmanıza rağmen neden şimdi, tadilat projesine ruhsat verildikten 1 hafta
> sonra, ilk defa gündeme getiriyorsunuz?
>
> 2. Bu tadilat projesi Şubenin mesleki denetiminden geçtimi? (Vize aldımı?)
>
> 3. Eğer Şubenin mesleki denetiminden geçmediyse, Çankaya Belediyesinin
> vizesiz bir projeyi nasıl olup da onayladığını sorun etmiyormusunuz?
>
> 4. Eğer şubenin mesleki denetiminden geçtiyse?..
>
> 5. Geçtiyse de, geçmediyse de; yatırımcı kim, tadilat projesinin mimarı kim?
> Neden bu bilgiler iletinizde yeralmadı?
>
> 6. Bu işin içinde CHP'li milletvekili, CHP'li Belediye Başkanı olması Şubeyi
> etkiliyormu?
>
> Kısa sürede cevaplandırmanız dileğiyle,
>
> Saygılarımla,
>
> Sait Kozacıoğlu

2

----- Özgün İleti -----
Kimden: Sait KOZACIOGLU
Kime: dimp@yahoogroups.com
Gönderme tarihi: 02 Eylül 2006 Cumartesi 00:52
Konu: Re: [dimp] Re: Büyük Ankara Oteli hk.


Sevgili Tezcan,

Maalesef bu olayın esasında en azından Şube yönetiminin ihmalkarlığı sözkonusu. Ama dışarıdan görünüşü daha da vahim. Sanki bir karartma var gibi yansıyor. Sorularım bu nedenle.

Cevapların için sağol. Şube yönetiminde olduğun için senin cevap vermen de benim için yeterli. Fakat cevaplar yeterli değil. Şöyleki:

1. Bu tadilat projesinin mesleki denetimden geçmeden Belediyeye ruhsat için sunulması projede imza sahibi olan mimarın Onur Kuruluna sevkini gerektirir. Bu konuda şubenin ne yaptığını bilmek üyelerin hakkı.

2. Eğer Belediye bu tadilat projesini oda vizesi ve daha da önemlisi üye tanıtım belgesi olmadan işleme koyuyorsa Belediye - Şube ilişkilerinde ciddi bir kriz sözkonusudur. Bu durumun üyelere iletilmesi gerekir.

Bütün bunlar gözardı edilerek sadece konunun Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kuruluna havale edildiğini duyurmak hoş değil. Ayrıca o metinde Büyük Ankara Otelinin mimarisine ilişkin görüşler de oldukça yetersiz, ve bu nedenle de yersiz. Konunun hafife alındığının bir başka tezahürü gibi duruyor.

Benim amacım kimseyi incitmek değil. Aslında ben şubenin bu konuda bende bıraktığı duyarsızlık izlenimi nedeniyle incinmiş durumdayım. Senin cevaplarından anladığım konuyu üyelere ve kamuoyuna duyurmadan (dallanıp budaklandırmadan) çözmek gibi bir yola gidildiği. Doğru bir yol olmadığı vardımız yerden belli. Yapılan yanlışı düzeltmek için bir kat daha çaba gerekiyor şimdi. Bu çabayı göstereceğiniz umuduyla,

Sevgiler,

Sait Kozacıoğlu

3

Kimden: "Sait KOZACIOGLU"
Kime: "TMMOB MİMARLAR ODASI ANKARA ŞUBESİ"
Bilgi:
Gönderme tarihi: 11 Ekim 2006 Çarşamba 03:40
Konu: Re: Büyük Ankara Oteli hk.


> Sayın Yeşim Uysal,
> Sekreter Üye
> TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi
>
> Size 31 Ağustos'da, bana gönderdiğiniz duyuruya yanıt olarak gönderdiğim
> mesaja ancak cevap verebildiğinizi dikkate alıyorum. Bu konu size Ağutos ayı
> başında haber verildiği halde, Ağustos sonuna kadar ne şube üyelerini, ne de
> kamuoyunu bilgilendirmediğinizi, bu konuda uzun süreli suskunluklar
> sergilediğinizi hatırlayacağım.
>
> Bu yazınızda anlatılan süreç hiç tatmin edici değil. Eğer ruhsat verilmiş
> olan proje (1) geri çekilmeden ve, (2) Belediye tarafından verilen ruhsat
> iptal edilmeden, aynı mimara aynı iş için (değiştirilmiş ve kabul edilebilir
> duruma getirilmiş bir proje söz konusu olsa bile) vize ve sicil durum
> belgesi verirseniz suça ortak olursunuz; Çankaya Belediye Başkanının
> insafsızca verdiği tadilat ruhsatını usulsüzlükten kurtarmış olursunuz
> (eksik olan sicil durum belgesini sağlayarak). Bu kadarını hatta daha
> fazlasını bildiğinizi kabul ediyorum. İş işten geçtikten sonra bilmemezliğe
> verilmesin diye buraya kazıyorum.11.10.2006
>
> Saygılarımla,
>
> Sait Kozacıoğlu

4

Kimden: Sait KOZACIOGLU
Kime: Aydan Balamir
Bilgi: dimp@yahoogroups.com
Gönderme tarihi: 13 Ekim 2006 Cuma 11:05
Konu: Re: Büyük Ankara Oteli hk.


Sevgili Aydan,

Yeni bir yapı söz konusu değil, söz konusu olan bir otel yapısı da değil, Ankara'nın bir sıfatı.

Vize eleği sık veya geniş dokulu olabilir. Bu odanın kaynakları ve olanaklarının sınırlılığı ile belirlenebilir. Ama bu konuda eğer dürüst davranılırsa Büyük Ankara Oteline yapılmak istenen tecavüz eleğin kasnağına bile sığmaz. Ben bir kayırma, karartma, ve kaçırma izlenimi ediniyorum.

Eğitimde, kültürde ve meslekte düşen standartlar bizi bu durumla karşı karşıya bırakmış olabilir ama ben bu standartları kabul etmiyorum. Karışan herkesi de sorumlu tutacağım.

Yapılmaya kalkışılan tadilatın tecavüz niteliğinin anlaşılmaması benim sorunum değil. "TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi Yönetim Kurulunda" tekrar tekrar görev alan mimarların bu yapının yalnız Türkiyenin değil Avrupanın hatta 20. Yüzyıl dünyasının önemli bir mimari eseri olduğunu algılayabilmeleri gerekir. Sıhhiye Meydanından Kuğulu Parka kadar Atatürk Bulvarı yapıları 20. Yüzyıl mimarlığının önemli bir sergisidir. Holzmeister, Tokay, ve Saugey yapıları Berlin Kulturforum'daki Mies ve Scharoun yapılarının biraradalığının yarattığı gerilimleri ve tanımladığı açılışları Ankaraya yerleştirmektedir. Bu yapılara bir kaç yüz metre uzaklıktaki Mimarlar Odası binasında, "Tadilat projesini yapan da üyemiz... bu da onun mimarlık anlayışı" gibi bir savunma yaratan Yönetim Kurulu üyesini iyi niyetli kabul etmek durumunda değilim.

Sevgiler,

Sait


5


----- Özgün İleti -----
Kimden: Sait KOZACIOGLU
Kime: Aydan Balamir ; ankin@yahoogroups.com ; tsmd ; tsmd.yonetim@ankara.ada.net.tr ; mim1927 ; Ziya Tanali ; Inci Ertekin ; Nimet Özgönül ; Güven Sargyn
Bilgi: Kadri Atabaş ; Serpil Merzi ; nahide tan ; Meral Yalhi ; fuattek@yahoo.com ; Fuat Gökçe ; Emre Madran ; Esin Boyacıoğlu ; Abdi Güzer ; Elvan Tomris Altan
Gönderme tarihi: 18 Aralık 2006 Pazartesi 01:44
Konu: Re: [ankin] Re: [TSMD] Ank Oteli-Aydan'dan


Sevgili Aydan, sorun galiba bir MİMARLIK örgütümüz olmamasında. Mimarlar Odasını konuya duyarlı kılmak için yaz boyu yazdığım özellikle ağır mesajları ekte yineliyorum. 40 yıllık meslek hayatımda büyük emek verdiğim odanın bu konudaki tavrı bende hayal kırıklığı yarattı. Derneğin de, üye olmadığım için uzaktan gözlemleyebildiğim SMD'nin de hali farklı değil. Bütün bu örgütler üyelerine odaklı. Her neyse...

Selamlar, sevgiler,

Sait


Cumartesi, Ekim 07, 2006

Yeni Web Sayfası

Değişik sunuculara dağılmış web sayfalarımı biraraya toplamak için yeni bir adres edindim. Henüz hazırlık aşamasında ama gözatmaya değebilecek grafik özellikleri var.
sk.mimari.info
veya
saitkozacioglu.mimari.info.

Cumartesi, Haziran 03, 2006

Mimarlığın Yeni Ortamı

2005 yılında İstanbul’da birbirinin peşi sıra ortaya çıkan Galataport, Haydarpaşa, Dubai Kuleleri gibi projeler ve bu yıl İstanbul Büyükşehir Belediyesinin Küçükçekmece ve Kartal için küresel üne sahip yabancı mimarlara hazırlattığı “Kentsel Dönüşüm” projeleri, Ankara Büyükşehir Belediyesinin Mühye yamaçlarında, Esenboğa Yolunda meslek ortamından kaçırırcasına sürdürdüğü projeler, Ulus, Gençlik Parkı, AKM Alanı üzerindeki niyetleri süregelen yanlış uygulamaların yeni tezahürlerinden ibaret değil. Yeni bir durumu gösteriyor. Bu eylemler ve onlara değin söylemler kentleşme sürecinde yapısal bir dönüşümün unsurları. 2002 yılından bu yana yapılan yasa değişiklikleri ile imar süreci bu tip müdahalelere hazırlanmaktaydı. Yapı üretiminin sermaye kompozisyonu ve siyasi rejimi değişmiş bulunuyor. Bu alanda 50 yıla yakın bir süredir gelişen ve kentleşmemizi karakterize eden süreç artık sona ermiş görünüyor. Yeni durumu eskinin olumsuzluklarının artması olarak kavrama eğilimi aramızda yaygın. Bu yaklaşım yetersiz ve yanıltıcı.

Kentleşmeyi kavrayışımızı temellendiren ve eleştirilerimizi biçimlendiren yakın geçmiş aslında çok özel bir tarihi dönemdi. Ülkemiz 1950’lerden 2000’e kadar birçok bakımdan özgün bir hızlı kentleşme süreci geçirdi. Bu adeta yeni bir kentleşme tarzıydı. En göze batan yanı elbette hızıydı. 50 yıldan kısa bir sürede, sürecin başlangıcındaki toplam nüfusun iki katını kentlere yerleştiren bir süreç yaşandı. Niceliksel olarak bir başarı, bir rekor. Oldukça kısıtlı bir sermaye birikimi ortamında milyonların kentleşme talebini hızla karşılayabilen bu kentleşme tarzı bu yönüyle aslında dünya çapında dikkate değer gelişmeydi. Diğer yandan elde edilebilen yapılı çevre kalitesi işleyişin mantığı gereği çok düşük oldu. Sürecin gerçekleştirdiği kentleşmenin niteliksizliği 1989 depremi ile trajik bir biçimde sergilendi.

Kentleşmeye bakışımızı bu kentleşme tarzına getirdiğimiz eleştiriler çerçevesinden çıkarmak zorundayız. Çünkü bu süreç bitti. 50 yıl boyunca kendini büyüterek yeniden üreten bu kentleşme tarzı artık sona ermiş veya en azından hakim kentleşme tarzı olmaktan çıkmış durumda. Manşetlere çıkan projeler başka bir kentleşme tarzının projeleri.

Hem yapı üretimindeki sermayenin kompozisyonu hem de siyasi rejim değişmekte. Bunlar birbirine paralel ve bağımlı gelişmeler. Konut üretiminde yap-sat’ın yerini global-mali sermaye alırken, politikada da popülizm yerini despotizme bırakıyor.

Bu kentleşme tarzının tükenişinde sürecin kentlerimizde yarattığı entropi kadar ülke ve dünya siyasetinde soğuk savaşın sona ermesi ile başlayan yeniden yapılanmalar yer alıyor. Yerel siyasetin rolü kamu kaynaklarının – özellikle arsa ve altyapı - kentleşmeye tahsisi ile ilgili. Bugün kendini yeniden üretemez hale gelen bu kentleşme tarzının kaynağı gecekondu politikası diye adlandırılabilir. İmar hukuku dışında ve mümkün olduğunca kamu arazileri üzerinde yapılaşmanın zımnen veya açıkça teşviki, yapılaşma ile yerleşmelerin meşruiyet ve alt yapı kazanması, imar planlamasının yoğunluk arttırma aracı olarak kullanılması gibi mekanizmalarla kentsel rantı doğuran, paylaştıran ve yoğunlaştıran bu politika bir emme basma tulumba gibi kentleşmenin finansmanını sağlıyordu. Kentleşme üzerinden yapılan bu popülizmin siyasi gerekçesi oligarşinin iktidar tabanını oluşturmaktı. Esas olarak bir soğuk savaş dönemi politikası idi. Sosyalizme karşı örülen bir duvar... Soğuk savaş yıllarında Batı Avrupa’da sosyalizme karşı inşa edilen refah devletinin Türkiye şartlarındaki karşılığı olan bu gecekondu politikasının varlık sebebi 1990 yılında sona erdi. Kentlileşen kitleleri kentlerde küçük mülk sahibi yapan ve sosyal mobilite vaat eden gecekondulaşma kaynak kaybı olarak görülmeye başlandı. Konut üretiminde asıl kaynak olan kamu arazileri toplu konut idaresi ve mali sermayenin finanse ettiği “site” inşaatlarına tahsis edilmeye, gecekondulaşma engellenmeye başlandı.

Yine soğuk savaşın sona ermesi ile ilintili olarak dünya siyasetinde yükselen küreselleşme akımı 1929’dan bu yana otarşik bir yönelimi olan oligarşiyi etkiledi. Ülke hem iktisadi hem de siyasi bağlamda dışarıya açıldı. Soğuk savaş yıllarında anayasal düzeni tahribe uğrayan ülkemizde bu dışa açılışın, özellikle AB ile entegrasyonun, demokratik kazanımlar sağlayacağı beklentisi kamuoyunda yaygınlaştı. Demokratikleşmeyi, insan haklarındaki gelişmeyi dış dinamiklere bağlayan yeni bir “Tanzimat” zihniyeti doğdu. Askeri rejimlerle ezilen, popülist politikalarla yitirilen kendi demokrasi mücadelemiz unutuldu. İktidarların güç kaynağı ülke dışına kaydı. Popülist ayak bağları olmayan yeni iktidar despotik bir kentleşme tarzını benimsedi. Çıkarılan yasalar bu panelde de konuşulacağı gibi imar planı sürecini belediyelerden uzaklaştırdı, özel yatırımlar için istimlak imkanı getirdi, kamu arsalarının ihalesiz devrine kapı açtı. Yukarıda saydığımız aktüel projeler bu yasal temelde gerçekleştiriliyor.

01.06.2006

Salı, Nisan 11, 2006

YABANCILAR - YILDIZLAR

Oligarşiden Despotizme II - Moderniteden Globaliteye Geçerken

Bu ülke dışarıya açıldıkça kendi içinde kapanıyor. Mimarlık alanında sıklaşan skandallar (Ankarada akm alanı, İstanbulda dubai kuleleri, yıldız yarışmaları) globalizmle beslenen despotizmin meslek alanımıza yansımaları. Modernite ile inşa edilen oligarşik rejim çözülünce yerini tanzimatvari bir despotizm alıyor. Otarşik oligarşi yerine dışarıya açık bir despotizm.

Bir mimarlık sorunuyla değil bir rejim sorunuyla karşı karşıyayız. Bu anlamda "yıldız yarışmaları" yabancı mimar sorununa indirgenemez. Kadir Topbaş'a yöneltilen soru yanlış. Sorulması gereken bu yarışmanın kimlerle yapıldığı değil neden gizli yapıldığı. Kadir Topbaş'ın devirdiği çam ile uğraşılacağına bu sürecin opaklığının sorgulanması gerekirdi.

Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulunun basın açıklamasında bu "yabancı" konusuna takılıp kalınması vahim bir hatadır. Bu açıklamanın yapıldığı Ankaradaki basın toplantısına ben de izleyici olarak katıldım. Toplantı sona ererken Oktay benim bu konuda ne düşündüğümü sordu. Orada ayaküstü ilettiğim görüşüm şöyle: Sorun yabancı mimar sorunu değil, yabancı mimarların hangi çerçevede faaliyet gösterdikleri. Ankara yabancı mimarların eserleri ile dolu. Benim yapımına tanık olduğum "Nervi köprüsü" ve Büyük Ankara Oteli de yabancı mimarların Ankaraya olumlu katkıları - bildiğim kadarı ile Büyük Ankara Otelinin mimarı geçici üye olarak odamıza kaydolarak hizmet vermiştir. Gizli saklı süreçler yaşanmamıştır. Mimarlığın (şarap gibi) iyi seyahat etmediği söylenir. Ama tanık olunmayan bir durum değildir. Chandigarh da Corbusier, Chicago'da Mies akla gelen ilk örnekler. Bu yarışma vesilesiyle dile getirilen "cesaret" konusu ise "cahil cesareti" deyişimizle açıklanabilir. Söz konusu yarışmada kazandığı söylenen önerilerde cesaret yanısıra cehalet de sergilenmekte. Eksik bıraktığım bir hususu da eklemek istiyorum: bu yarışma projeleri göz boyamadan ibaret, Dubai kulelerinin burgu maketleri gibi. Oda yönetim kurulunun basın toplantısında ancak bu kadar konuştum. Oda yönetimini basının önünde eleştirmeye kalkmadım. Genel Kurulda kürsüde, kuliste ve fuayede bu konuyu tartışmaya çalışacağım.

Ülkedeki rejim değişikliğinin bizim örgütümüzü de etkilediğini düşünüyorum. Ben bu "yıldız yarışmasından" en az dört aydır haberdarım. Herhalde İstanbul Şubesi de haberdardı. Bu konu şimdiye kadar oda bünyesinde tartışmaya açılmalı, oda tavrı katılımcı bir süreçle belirlenmeliydi. Yarışmanın şartnamesi elde edilmeli, sonuçlara itiraz etmek yerine sürece itiraz edilmeli ve en azından yargı yoluna gidilmeliydi.

Oda Genel Kuruluna giderken bu konuda Ankara şubesi delegeleri olarak tartışmamız gerekiyor; oda işleyişi bahsinde görüş birliğinde olmadığımız İstanbul klikleriyle beraber yönetim oluşturmanın kefaretini ödememek için.

"Yabancılık" konusu gündemde bu kadar yerettiğine göre değinmekte yarar var: Aslında "yabancı mimarlık"ta üstümüze yok. Eski sovyet cumhuriyetleri, kimi arap ülkeleri biz "yabancı" mimarlara yapı yaptırdılar, yaptırıyorlar. Son örnek Süleymaniye Üniversitesi (Kuzey Irak). ODTÜ'de master planı hazırlandı, Ankarada bir şubemiz üyesi tarafından projelendiriliyor. Bugün açıklanan X. Ulusal Mimarlık Ödüllerinde Rusya, Azerbaycan, Bosna-Hersek, Macaristan için yapılmış projeler yeralıyor!

Bu sözde "yabancı" sorununun üzerine gitmek yerine "Kentsel Dönüşüm" diye pazarlanan yağma ötesi projelerle ilgilenmemiz gerekiyor. Sonuç olarak bu "yıldız yarışmaları"nın karşı çıkılması gereken tarafı içeriği. Yücel Gürsel'in (2002-2004 yıllarında) anlamadan, dinlemeden taraftarlığını ettiği bu programın içerdiği yağma, getireceği tahribat artık gözler önüne seriliyor. Son günlerde ortaya çıkan o saçma sapan Kıyı Kanunu-tasarısı-taslağının neye hizmet edeceği anlaşılıyor.

Aynı zamanda bu ortamda Oda Yönetinimin kerameti kendinden menkul bir şekilde "Mimarlık Hakkında Kanun Tasarısı Taslağı" hazırlamasının nasıl bir aymazlık örneği olduğu ortaya çıkıyor.

Cumartesi, Mart 11, 2006

"Türkiye Mimarlık Politikası Taslağı" üzerine

Kimden: Sait KOZACIOGLU
Kime: TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi
Gönderme tarihi: 09 Mart 2006 Perşembe 14:54
Konu: Re: Genişletilmiş MYK Toplantısı

Ankara Şubesi Yönetim Kuruluna
Aşağıdaki mesajın eki olarak bana gönderilen belgelerden "Türkiye Mimarlık Politikası Taslağı" hakkındaki görüşümü gereği için şube yönetim kuruluna iletiyorum.
Metnin 3. sayfasının 3. satırındaki "kalabalıkların" sözcüğü kaba, insafsız ve yersizdir. Metinde bu kelimenin de kullanıldığı bağlam mimarlık sorunlarımızın nedeni olarak hızlı kentleşmeyi göstermektedir. Bu tutum yanlış bir mantıkdan ve yanlış bir mimarlık anlayışından kaynaklanmaktadır. Mimarlık, mimarlık mirasına, gerçekleşmiş mimarlık eserlerine indirgenemez. Mimarlık bir pratik, bir uygulamadır. Mimarlığın konusu imardır. Yakınılan kentleşme bir imar olgusudur. Bu mantıkla mimarlık imardan yakınmaktadır!
Mimarlığımızın ve kentleşmemizin esas sorunu toplumsal ölçekte mimarlığımızın (diğer mesleklere oranla) zayıflığıdır. Bu durumun tarihi (II. Mahmut'a kadar giden) ve demografik (Ermeni tehcirine kadar giden) nedenleri var. Ama objektif durum inkar edilemez bir şekilde ortada. Oda kayıtlarında duruyor. Hızlı kentleşme patlak verdiğinde ortada bin civarında mimar vardı. Eğitim ve yönetim alanlarında istihdam edilenler düşülürse geriye bir kaç yüz mimar kalıyordu. O kadar mimarla ancak bu kadar imar olabildi.
Mimarlık politikasının ana aksı mimarlığın toplumsal ölçekte güçlendirilmesi olmalıdır. Öneriler bu yönde geliştirilmelidir.
Metnin 4. sayfasının 4. paragrafında önerilen "envanter" çalışması havanda su dövmektir. Hem iyi düşünülmemiştir: arabayı atın önüne geçirmektedir; hem de mimarlık pratiği ile mimari eseri birbirine karıştırmaktadır.
Metnin vurguladığı "Mimarlık herkes için yararlı, herkes için önemlidir" sözü boş laftan ibarettir, havada kalmaktadır. Vurgulanması gereken mimarlığın değer yaratan özelliği olmalıdır. Bu anlamda mimarlık bir kaynaktır (resource). Metinde düşülen temel yanlış da buradadır. Mimarlığı varlık olarak algılamak, korunması gereken tarihi mirasa, mimarlık eserlerine indirgemek yanlıştır. Bu vurgulama değiştirilmeli, mimarlık pratiğini, imar kavramını, mimarlığın değer yaratan bir kaynak olduğunu öne çıkaran bir söylem geliştirilmelidir.
Saygılarımla,
Sait Kozacıoğlu
09.03.2006