Cumartesi, Haziran 03, 2006

Mimarlığın Yeni Ortamı

2005 yılında İstanbul’da birbirinin peşi sıra ortaya çıkan Galataport, Haydarpaşa, Dubai Kuleleri gibi projeler ve bu yıl İstanbul Büyükşehir Belediyesinin Küçükçekmece ve Kartal için küresel üne sahip yabancı mimarlara hazırlattığı “Kentsel Dönüşüm” projeleri, Ankara Büyükşehir Belediyesinin Mühye yamaçlarında, Esenboğa Yolunda meslek ortamından kaçırırcasına sürdürdüğü projeler, Ulus, Gençlik Parkı, AKM Alanı üzerindeki niyetleri süregelen yanlış uygulamaların yeni tezahürlerinden ibaret değil. Yeni bir durumu gösteriyor. Bu eylemler ve onlara değin söylemler kentleşme sürecinde yapısal bir dönüşümün unsurları. 2002 yılından bu yana yapılan yasa değişiklikleri ile imar süreci bu tip müdahalelere hazırlanmaktaydı. Yapı üretiminin sermaye kompozisyonu ve siyasi rejimi değişmiş bulunuyor. Bu alanda 50 yıla yakın bir süredir gelişen ve kentleşmemizi karakterize eden süreç artık sona ermiş görünüyor. Yeni durumu eskinin olumsuzluklarının artması olarak kavrama eğilimi aramızda yaygın. Bu yaklaşım yetersiz ve yanıltıcı.

Kentleşmeyi kavrayışımızı temellendiren ve eleştirilerimizi biçimlendiren yakın geçmiş aslında çok özel bir tarihi dönemdi. Ülkemiz 1950’lerden 2000’e kadar birçok bakımdan özgün bir hızlı kentleşme süreci geçirdi. Bu adeta yeni bir kentleşme tarzıydı. En göze batan yanı elbette hızıydı. 50 yıldan kısa bir sürede, sürecin başlangıcındaki toplam nüfusun iki katını kentlere yerleştiren bir süreç yaşandı. Niceliksel olarak bir başarı, bir rekor. Oldukça kısıtlı bir sermaye birikimi ortamında milyonların kentleşme talebini hızla karşılayabilen bu kentleşme tarzı bu yönüyle aslında dünya çapında dikkate değer gelişmeydi. Diğer yandan elde edilebilen yapılı çevre kalitesi işleyişin mantığı gereği çok düşük oldu. Sürecin gerçekleştirdiği kentleşmenin niteliksizliği 1989 depremi ile trajik bir biçimde sergilendi.

Kentleşmeye bakışımızı bu kentleşme tarzına getirdiğimiz eleştiriler çerçevesinden çıkarmak zorundayız. Çünkü bu süreç bitti. 50 yıl boyunca kendini büyüterek yeniden üreten bu kentleşme tarzı artık sona ermiş veya en azından hakim kentleşme tarzı olmaktan çıkmış durumda. Manşetlere çıkan projeler başka bir kentleşme tarzının projeleri.

Hem yapı üretimindeki sermayenin kompozisyonu hem de siyasi rejim değişmekte. Bunlar birbirine paralel ve bağımlı gelişmeler. Konut üretiminde yap-sat’ın yerini global-mali sermaye alırken, politikada da popülizm yerini despotizme bırakıyor.

Bu kentleşme tarzının tükenişinde sürecin kentlerimizde yarattığı entropi kadar ülke ve dünya siyasetinde soğuk savaşın sona ermesi ile başlayan yeniden yapılanmalar yer alıyor. Yerel siyasetin rolü kamu kaynaklarının – özellikle arsa ve altyapı - kentleşmeye tahsisi ile ilgili. Bugün kendini yeniden üretemez hale gelen bu kentleşme tarzının kaynağı gecekondu politikası diye adlandırılabilir. İmar hukuku dışında ve mümkün olduğunca kamu arazileri üzerinde yapılaşmanın zımnen veya açıkça teşviki, yapılaşma ile yerleşmelerin meşruiyet ve alt yapı kazanması, imar planlamasının yoğunluk arttırma aracı olarak kullanılması gibi mekanizmalarla kentsel rantı doğuran, paylaştıran ve yoğunlaştıran bu politika bir emme basma tulumba gibi kentleşmenin finansmanını sağlıyordu. Kentleşme üzerinden yapılan bu popülizmin siyasi gerekçesi oligarşinin iktidar tabanını oluşturmaktı. Esas olarak bir soğuk savaş dönemi politikası idi. Sosyalizme karşı örülen bir duvar... Soğuk savaş yıllarında Batı Avrupa’da sosyalizme karşı inşa edilen refah devletinin Türkiye şartlarındaki karşılığı olan bu gecekondu politikasının varlık sebebi 1990 yılında sona erdi. Kentlileşen kitleleri kentlerde küçük mülk sahibi yapan ve sosyal mobilite vaat eden gecekondulaşma kaynak kaybı olarak görülmeye başlandı. Konut üretiminde asıl kaynak olan kamu arazileri toplu konut idaresi ve mali sermayenin finanse ettiği “site” inşaatlarına tahsis edilmeye, gecekondulaşma engellenmeye başlandı.

Yine soğuk savaşın sona ermesi ile ilintili olarak dünya siyasetinde yükselen küreselleşme akımı 1929’dan bu yana otarşik bir yönelimi olan oligarşiyi etkiledi. Ülke hem iktisadi hem de siyasi bağlamda dışarıya açıldı. Soğuk savaş yıllarında anayasal düzeni tahribe uğrayan ülkemizde bu dışa açılışın, özellikle AB ile entegrasyonun, demokratik kazanımlar sağlayacağı beklentisi kamuoyunda yaygınlaştı. Demokratikleşmeyi, insan haklarındaki gelişmeyi dış dinamiklere bağlayan yeni bir “Tanzimat” zihniyeti doğdu. Askeri rejimlerle ezilen, popülist politikalarla yitirilen kendi demokrasi mücadelemiz unutuldu. İktidarların güç kaynağı ülke dışına kaydı. Popülist ayak bağları olmayan yeni iktidar despotik bir kentleşme tarzını benimsedi. Çıkarılan yasalar bu panelde de konuşulacağı gibi imar planı sürecini belediyelerden uzaklaştırdı, özel yatırımlar için istimlak imkanı getirdi, kamu arsalarının ihalesiz devrine kapı açtı. Yukarıda saydığımız aktüel projeler bu yasal temelde gerçekleştiriliyor.

01.06.2006